Yaşam

Filiz Gazi: Yazmak, dert etmeden sorun çıkarmaktır

Gazeteci Filiz Gazi’nin ilk kitabı ‘Yerçekiminden Çok Şey Kaybettik’, Tekin Yayınları tarafından yayımlandı. Gazi, kitabıyla ilgili şunları söyledi: “Gazetecilikle birlikte yürütmek istediğim edebiyata ilk adım. Biri asfalt yolda yürümek gibi, diğeri yemyeşil çimenlerin üzerinde yürümeyi hayal etmek gibi. öykülerimdeki karakterler. Umarım artık onlarla tanışırsınız ve hatta belki kendiniz okuyormuş gibi okursunuz, ya da tanıdık gelirler…” dedi.

Filiz Gazi ile ‘Yerçekiminden Çok Şey Kaybettik’i, edebiyatla olan bağını, gazetecilik ile yazmanın birbirine etkisini konuştuk.

‘Yerçekiminden Çok Şey Kaybettik’ ilk öykü kitabınız. Yazarlık serüveniniz nasıl başladı? Kitap nasıl bir beladan kaynaklandı? Yazma süreciyle ilgili neler anlatmak istersiniz?

Yazmaya başlamanın zihinde başladığını düşünüyorum. Rastgele sıradan bahis olabilir. Kazmaya başladığınızda ve aklınızdakilere değer verdiğinizde yazmak zorunlu hale gelir. Evet itiraf etmeliyiz. Yazmaya başlamanın kendini beğenmiş bir yanı var. Yazar olmak benim için; Örneğin bir fabrika işçisine, bir marangoza, bir doktora göre daha tembel bir meslek gibi görünüyor. Birinin evde bornoz veya hırkayla dolaştığını hayal edin. Elbette böyle genelleyici bir yaklaşım doğru değil. Sürgünde, hapishanede, toplama kamplarında yazan yazarlar var. Marx, Engels, Dostoyevski, Dickens, Tolstoy, Kafka gibi isimler dahidir.

Eğer çok düşünenlerdenseniz metin zaten bir şeye dönüşüyor. Bazıları delirir, bazıları çok konuşur, bazıları hiç konuşmaz, bazıları ise sadece yazar. Tembellik dedim ama yazmak bir yandan sorun çıkarmak anlamına da geliyor. Benimki sanırım ilkokulda başladı. Sonra gazetecilik… İzlenim yazılarımdan, hak ihlalleri haberlerime ve röportajlarıma kadar mekanik bir dil kullanmamaya çalıştım. Bu sorun yüzünden zaman zaman haber yöneticilerim ile çatışıyordum. Sonuçta orta yolu bulduk.

“Şunu söyledi, şunu söyledi” şeklindeki haber dilinden bahsediyorum. Benim gibi değildi. Haberlerimin gözden kaçmaması için bilinmeyen varlığımı koruyorum. Konuştuğum birinin koltuktaki ekmek kırıntılarını toplaması ya da odadaki saksıya bakıp başka bir şeyden bahsederken ‘burayı beğenmedi’ demesi gibi detaylar benim için her zaman değerli olmuştur. Mesela birkaç yıl önce haber almak için gittiğim Sultanbeyli’de bir oto yıkamacıda bir beyefendiyle oturuyoruz. Çayını yudumluyor ve konuşuyor. Suriyeli şöyle, Suriyeli böyle… O sırada dükkanında çalıştırdığı Suriyeli genç önümüzde araba yıkıyordu. Sessizce dinledim ama tepeden tırnağa alevler içinde kaldığım anlar da oldu. Haberlerde yazdım. Detay; Hayattır, sorunun özüdür.

‘SANAT BİR ANLAM OLABİLİR VEYA ZEHİR OLABİLİR’

Edebiyatla bağlantınız nasıl şekillendi? Hikayeleri yazarken size ilham veren şey neydi?

Bir şey okudum ki, eğer insanların sizi bir an bile dinlemesini istiyorsanız sesinizi yükseltmeyin, alçaltmalısınız. Edebiyat ve edebiyat dünyası bana biraz öyle geliyor. Sessizce yazılıyor ama sesi yavaş yavaş her yere, bugüne, geleceğe ulaşıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar, Ranciere, Coetzee, Robert Musil, Andre Malraux… Şıpınişi aklıma gelen isimler. Ben okurken heyecanlanan insanlardan biriyim. Okuduğum satırlar nasıl aklımda bir şeyleri canlandırabilir? Nasıl ağlayabilirim, nasıl gülümseyebilirim veya kızabilirim? Bunu yapma yeteneğinizi kıskanıyorum. Bu yüzden edebiyat her zaman ilgimi çekmiştir.

Platon dil için pharmakon veya tıp metaforunu kullanır. Dil hem merhem hem de zehir olabilir. Bunu aptal bir ego gibi aptalca bir yerden ya da büyük kurtarıcı rolünü oynayacak bir yerden söylemiyorum. Ama yazıyla, haberle, kurguyla, sanatla hem merhem hem de zehir yapılabilir. Bu değersiz sayılacak bir şey değil.

İnsanın zor zamanlardan geçmesinin iyi olduğunu söylerler. İlham demeyelim ama bu ülkede doğmuş olmak beni yazmaya yöneltti. Dramatik olmayın, aynı zamanda ezberci bir söylem… Gerçekten böyle. Sahadaki hemen hemen her gazeteci şöyle bir şey yaşamıştır: Berkin Elvan duruşması sonrasında açıklama yaparken mesela, ya da Cumartesi Anneleri açıklama yaparken… Birisi yanınıza gelip “Kim bunlar?” diye soruyor. ” Ne yapıyorlar?” diyor. Ben de hep “Parlak kafalar, ne güzel” dedim.

Bazı öykülerde ‘sıradan’ insanların sistem içindeki sıkışmışlığına odaklanıyorsunuz. Hikâyeleri yazarken gözlemlerinizden bahseder misiniz?

Yakından bakarsanız her zaman bir şeye çarparsınız. Üniversite yıllarımda İdeoloji bölümünde okuyan bir arkadaşım “Okuma yazmayı unutmak istiyorum, yoruldum” demişti. Çalışkan bir çocuktu. O zaman ne dediğini anlıyordum ama sanırım şimdi daha iyi anlıyorum. Adı Rohat’tı. Buradan selamlar.

Yıllar geçtikçe bende de bakmak ve görmekle ilgili yorgunluk oluştu. Hemen hemen her ‘sıradan’ insan kapitalist klişeler içinde yaşıyor ve neoliberal politikaların dayattığı hayatları yaşıyor. Kredi kartı borcu, kira sorunu, sosyal medyada gördüğü ve imrendiği hayatlar, değersizlik hissi, aşkı bulamamak, çocuklara bakmak gibi sorumluluklarını yerine getiremediği için aklını kaybedecek kadar hayatta kalmaya çalışmak ve ev sahibi olmak… Sıraladığım şeyler muhteşem şeyler, bakın alıştık buna.

Yer Çekiminden Çok Şey Kaybettik, Filiz Gazi, 88 sayfa, Tekin Yayınevi, 2024.

Benim işim yazmak. Ben bunu “Ah, bir şey yakaladım” demekten ziyade bir refleks olarak görüyorum. Herkesin gördüğü şeyler ama bizim farkımız bunları anlatıya dönüştürmemiz.

Her zaman söylediğim gibi gazetecilik insanı bu konuda eğitir. Siz sordunuz: Ne gözlemlediniz? Lessing, “İnsanlığın başlangıcında barbarlığı arayanlar için barbarlığın karanlığı önümüzdedir” diyor. Az önce sıraladığım şeylerin çoğu barbarlığın bu çağa özgü biçimleridir.

Buna “kademeli ilerleme, kademeli ilerleme değil, tereddüt (yozlaşma)” denir. Bağların solması, meslek yerine meslek kelimesinin dayattığı davranış kalıpları, ‘sadakat, nezaket’ gibi kelimelere buharlı tren muamelesi yapılması… Bunlara hikayelerde pek değinemedim. Bundan sonra daha fazlasını söyleyeyim.

‘EDEBİYAT, SİNEMA VE TİYATRONUN KONULARINI BELİRLEYEN BİR AZINLIK DOLUSU’

Bazı öykülerinizde polis kurşunuyla hayatını kaybedenler, siyasetçi çocuklarının gösterişli düğünleri, kardeşlerinin naaşını devletten alamayanlar, inşaat işçileri gibi birçok siyasi konuya da gönderme yapıyorsunuz. içinde bulundukları asansörün düşmesi sonucu hayatını kaybetti.

Geçen hafta BirGün Gazetesi’ndeki adamlar bir manşet attılar. “İyi haberler var ama yazmıyor muyuz?” Bu etkiyi yaratacak bir sözdü. 20. yüzyılın ilk 50 yılında en az 70 milyon insan savaşlarda ve toplama kamplarında öldü. Yoksulluğun dolaylı yoldan öldürdüğü insan sayısı şu anda bu rakamı aşıyor ama bunu istatistiklere dahil etmek mümkün değil. Çünkü yavaş çekim, yıllar süren ölümler…

Gönderme demiştin ama sanmıyorum. Ötesi… Sanırım pek çok kitap; Akbabalar gibi dünyanın her yerine yerleşen bürokratlara, sermayeye, ulusötesi şirketlere ve sömürgeci devletlere ithaf edilmelidir. Aslında edebiyatın, sinemanın, tiyatronun konusunu bir avuç azınlık belirliyor; adını siz koyun.

Siz aynı zamanda gazetecisiniz. Gazeteciliğinizin hikâyelere katkısı oldu mu? Gazeteciliğinizin ve yazarlığınızın birbirinize olan etkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

Az önce söylediğim gibi ben bakmak ve görmek konusunda eğitimliyim. Bakmak fark etmektir, görmek yorumlamaktır, tespit etmektir, bağlam yaratmaktır. Bazen ağzınızdan çıkan sözler sorunun özünü gizler ama kalan detaylarda mutlaka bir iz vardır. Mesela insanın sadece kendisi olabilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. İnsanların maskeler sayesinde birbirine ayak uydurabileceğini düşünüyorum. Bu maskeler, ilkellikten yavaş yavaş kopuşun ve uygarlığa geçişin ilk işaretleridir.

Yine örneğin bir toplumda o sınıfa ya da gruba ait olmayan bir kişi her zaman kendini ortaya koyar. İçsel ‘benliklerinden’ biri kesinlikle imajından dışarı sızıyor. Sınıf, kültürel özellikler, ahlaki kurallar, ideolojik durumlar, saç kısmı, taktığı takılar, balıkçı yaka kazak, takıntılar, zayıflıklar, şakalar… Gazetecilik insanlığa dair teorileri ve ipuçlarını pekiştirdi. Yazı ve edebiyat için geriye hayattan beslenen sonsuz hayal gücüne sahip karakterler yaratmak kalıyor.

Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı?

Evet. Yaklaşık dört yıldır mezhepler ve cemaatler üzerine çalışıyorum. İki ay sonra İsmailağa Cemaatinden Süleymancılara, Menzilcilere kadar bu yapılardaki kadınları anlattığım kitabım yayımlanacak. Orta günlerimi bahsettiğim bu kitapla geçiriyorum. Neyse daha fazla uzatmayacağım. Bu röportajı okuyan kişi bu noktaya kadar gelmişse aslında yeterince daralmış demektir.

(KÜLTÜR VE SANAT HİZMETİ)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu