Yaşam

Hülya Gülbahar: Bir dinin bir mezhebinin yorumunun anayasaya girmesi şart

İZMİR – AK Parti’nin başörtüsü özgürlüğünü de içeren anayasa değişikliği teklifine tepkiler sürüyor. Anayasa’nın din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24. maddesi ile ailenin ve çocuğun korunmasına ilişkin 41. maddesinde değişiklik yapılmasını öngören teklif hakkındaki tartışmalar sürerken avukat Hülya Gülbahar ile görüştük. Eşitlik İçin Kadın Platformu’ndan (THRESHOLD).

Laiklik ve eşitlik anayasal ilkelerini anayasa yardımı ile yerle bir etmeye çalışan bir teklifle karşı karşıya olduğumuza işaret eden Gülbahar, “Bu sadece kadınları ve LGBTİ+’ları değil, tüm ülkeyi ayağa kaldıracak bir tekliftir. korkunç bir karanlığa. Dini bir konuyu temel haklar düzeyinde ele alır ve dini inanca göre kıyafet kurallarını anayasaya sokmaya çalışır. Tüm din ve inançların değil, tek dinin, tek mezhebin veya tek yorumun anayasaya girmesi gerekiyor” dedi.

‘HÜKÜMET KAZANIRSA SEÇİMLER ÇOK ÖNEMLİ’

Türkiye seçimlere giderken kadınları yakından ilgilendiren bir anayasa değişikliği tartışılıyor. Giderek erkek egemen bir zihniyetle “muhafazakar”laşan Türkiye’de kadınların hayatını derinden etkileyecek ne gibi gelişmeler bekliyorsunuz?

Tarihimizin en güçlü seçimine hazırlanıyoruz. Bu seçim özellikle kadınlar için çok önemlidir. AKP iktidarı döneminde haklarımızı korumak, canımızı korumak için büyük çaba sarf ettik. Hatta AKP’nin iktidara geldiği ilk dönemde bazı tavizler vermesini ve yeni düzenlemeler yapmasını sağladık. Ama özellikle 2010 yılında Dolmabahçe’de kadın örgütleriyle yaptığı toplantıda Erdoğan’ın “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” açıklamasının ardından eşitsizlik resmi bir devlet politikası haline geldi. Toplantıda söylediği “kreş eken huzurevi biçer” sözü gibi, kadın erkek eşitliğine hizmet edecek kurumsal mekanizmalara karşı açık bir savaş anlamına geliyordu.

Geçtiğimiz aylarda Bekir Bozdağ, AKP’nin boşanmaları hızlandıracak, erkeklere ‘özgürlük’ sistemi getirecek, kadın ve çocuklara nafaka hakkını kısıtlayacak yasa teklifinin seçim sonrasına ertelendiğini açıklamıştı. İktidarın seçim vaadi: Kocalara hızlı boşanma, kadın ve çocuklara nafaka kesintisi! Hemen her gösteride kadın örgütlerinin gösteri yapmasına izin verilmediğini, kadınların gözaltına alındığını, ters kelepçelerle ve diğer işkence yöntemleriyle yargılandığını tüm dünya görüyor.

Bu nedenle uzun bir liste yapmaya gerek yok, Ocak 2023’te yaşananlara bakmak, hükümetin kadın adayları için seçimleri kazanması durumunda ne kadar vahim olacağını görmek için yeterli.

“SİSTEMATİK OLARAK TÜM YASALARA SALDIRMAYA DEVAM EDİYORLAR”

İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddet Raporu’na göre 2022’de 272 kadın öldürüldü. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun 2022 verilerine göre 334 kadın erkekler tarafından, 245 kadın öldürüldü. şüpheli bir şekilde öldü. Sizce İstanbul Sözleşmesi’nden siyasi olarak çıkmak ne anlama geliyor?

Kadın cinayetlerine ilişkin resmi rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Kadın örgütleri ise ancak basına yansıyanlardan derleyebiliyor. Ne yazık ki, bu sayıların üç veya beş ile çarpılması gerekiyor. Ülkede soykırım yaşanıyor. Öte yandan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) önemsiz gerekçelerle kapatılmak isteniyor. İşte bu koşullar altında Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadelede altın standardı belirleyen İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmaktan çıktı.

Bu çıkış süreci özellikle iki açıdan değerlidir. Birincisi, iktidarın cinsiyet eşitliği ilkesinden vazgeçtiği ve LGBTİ+ ayrımcı devlet politikalarını hayata geçireceğinin tüm ülkeye ve dünyaya duyurulmasıdır. Doğal olarak bu duyurudan sonra eşitlik ve siyaset karşıtı bir artış ve ivme gelecekti ve gerçekten de geldi. Sözleşmeden çıkmanın ikinci değerli sonucu ise, temel insan haklarına ilişkin sözleşmelerden biri olan anayasanın 90. maddesinin TBMM’nin izni/onayı olmaksızın açık kararına rağmen, tek kişinin kararı ile çıkış için. Çıkış kararı yayınlandığında bunun bizi evrensel temel insan hakları sisteminden koparacak ve ülkeyi uzayda sallandıracak bir süreç olduğu konusunda uyarmıştık. Türkiye’nin Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarılması, Konsey’in Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer temel haklara ilişkin mevzuatından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sisteminden ve hatta Avrupa Konseyi’nden çıkmak için dev bir adımdı. Böylece tek bir kişinin kararı ile Türkiye’nin Şanghay Beşlisi gibi yapılara katılması veya ASRİKA (Asya-Afrika) İslam Devletleri Birliği gibi yapıların kurucusu olması mümkün olabilirdi. Gerçekten de Montrö Sözleşmesi’nin ilk tartışmayı başlatanlardan biri olması tesadüf değildi.

İstanbul Sözleşmesi’nden kendi inanç ve fikirleri çerçevesinde toplumu tek tipleştirme operasyonu olarak çıkanlar ise Avrupa Konseyi’nin çocukların cinsel istismardan korunmasına ilişkin bir diğer sözleşmesi olan Lanzarote Sözleşmesi’ni hızla gündeme getiriyor. , amaçları olarak. 6 yaşındaki bir kızın evlilik adı altında bir tarikat varisine cinsel köleleştirilmesini meşru ve kendi uydurdukları şeriata uygun bulanlar, kendilerini sınırlayan bütün sözleşmelere, kanunlar dahil, sistematik olarak saldırmaya devam ediyorlar. sivil yasa.

Avukat Hülya Gülbahar

Peki, sözleşmeden caymanın kamu hayatına kısa ve uzun vadeli etkileri neler olacak?

Sözleşmeden çıkmanın ardından kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri daha da arttı. Vahşi bir kadın cinayetinde kaybettiğimiz Pınar Gültekin’in katili, sözleşmeden çekildiği için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür etti. Sözleşmeden ayrıldıktan sonra avukatına başvurarak eşinize ve çocuğunuza ödediğiniz nafakanın artık bitmesi gerektiğini söyleyenler oldu. LGBTİ+’lara yönelik baskılar arttı ve tüm illerde devlet kaynaklı nefret mitingleri düzenlendi ve bunlara katılmak için RTÜK tarafından televizyonlarında kamu spotları yayınlandı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarken ‘Şiddetle mücadele için 6284 var’ diyorlardı. Şimdi ona da saldırıyorlar.

‘ŞEYTAN ŞAPKASINI TERS TAKMAK İÇİN BİR YÖNTEM’

Gazeteci Murat Ağırel hakkında 6284 Sayılı Kanun’a göre yazdığı bir yazı nedeniyle 2 ay müdafaa kararı verildi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

6284 sayılı Kadınları Şiddetten Koruma ve Aile İçi Şiddeti Önleme Kanunu’nun, gazeteciyi hakkında usulsüzlük yaptığı kişiden uzaklaştırmak amacıyla kullanılması, hukuk tarihine geçme yöntemlerinden biri olarak geçmiştir. ülke yasadışı. 6284’e yapılanlar, kanunu amacına uygun şekilde kötüye kullanarak kanunu değersizleştirmenin, çarpıtmanın ve bizzat kendisi sona erdirmenin tipik bir örneğidir.

Bu, anayasal ifade ve basın özgürlüğüne, halkın haber alma ve bilgi edinme özgürlüğüne açıkça karşı çıkan yeni bir sansür uygulamasıdır. 6284 Sayılı Şiddet Kanunu, gazetecinin bağlantı araçlarıyla usulsüzlük içeren bir tartışmayı yazması, konuşması veya tartışmasına engel olmak için iki ay süreli engelleme kararıyla yeni ve ek bir sansür yasasına dönüştürüldü. Bütün bunlar, iktidarı karanlığın ve talanın bir gücüne dönüştürür ve demokrasiyi yerle bir eder. Bu karar, şiddete yönelik yeni saldırılardan bir tanesidir. İstanbul Sözleşmesi’nden sonra yoğun saldırı altında olan 6284. Şeytanı şapkaya takacak bir prosedür. Dünyada, Türkiye’de AKP dışında kimsenin aklına geldiğini sanmıyorum.

6284 sayılı kanun daha önce kayyum Boğaziçi rektörünü öğrencilerden, görevden alınma isteğine karşı korumak için uygulanmıştı. Hatta bir keresinde borçlu bir adamı çek senet mafyasından korumak için kullanıldığını duyduk. Şimdi ise yolsuzluk ve usulsüzlükle suçlananları gazetecilerden korumak için bir kalkan ve susturucu olarak kullanılmak isteniyor. Muhalifleri susturmak için her türlü akıl dışı yola başvurma noktasına gelen iktidarın çaresizliğinin bir göstergesidir.

Ancak kanunun amacı, birinci unsurun birinci cümlesinde açıkça belirtilmiştir: “Kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve şiddet mağduru veya şiddete maruz kalma tehlikesi bulunan kişilerin korunması ve şiddetin önlenmesi. bu kişilere karşı…” Görüldüğü gibi kanun kimler için uygulanacak. tek tek sayıldı. Aralarında rektörler, siyasetçiler, çek-senet mafyası, tacir yok… Tüm bu uygulamalar art niyetli girişimlerdir. 6284 sayılı Kanun’u bozmak, saptırmak ve nihayetinde ortadan kaldırmak için kasten yapılıyor. Uluslararası sözleşme yok, anayasa yok, kanun yok, kanun yok; Bu, size istediğimiz gibi davranacağımız tehdididir. Tüm toplum için bir tehdit.

‘AİLE BAKANI KADEM’DEN GELDİĞİ İÇİN ŞİDDETİ ALKOLLE BAĞLAYIYOR’

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, 25 Ocak’ta düzenlediği basın toplantısında alkolizmin şiddetin ana nedenlerinden biri olduğunu söyledi ve LGBTİ+’lar hakkında açıklamalarda bulundu. Bunları nasıl yorumluyorsunuz?

Bakanın kadına yönelik şiddetin alkolizmden kaynaklandığı yönündeki tespiti bilim dışı ve yanlış bir iddiadır. Türkiye’de ve dünyada hangi bilimsel araştırmalara dayandığı belli değil.

İstanbul Sözleşmesi şiddetin kaynağının toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu söylüyor. Şiddetin, kadın ve erkek arasındaki tarihi ekonomik, politik ve sosyal eşitsizliklerden kaynaklandığını, ancak hayatın her alanında eşitlik sağlandığında şiddetin ortadan kalkacağını vurguluyor. Sayın Bakan, kadına yönelik şiddetin fiziksel güç eşitsizliğinden kaynaklandığını savunan iktidardaki KADEM STK’sından geldiği için maalesef şiddeti yapısal ve sistematik eşitsizlik yerine fiziksel güç ve alkole bağlamayı tercih ediyor.

Bakana göre kadına yönelik şiddetin nedenleri arasında yüzde 70-75 oranında alkolizm yer alıyor. Resmi verilere ulaşmak mümkün olmadığı için Polis Akademisi’nin “Dünyada ve Türkiye’de 2016-2017-2018 Kadın Cinayetleri Veri ve Analizleri” çalışmasından gözümüze çarpan bir veriyi aktaralım: 66 yaş ve üstü kadınlar (yüzde 7,1) öldürülen kadınların oranı) i) ekonomik nedenler yüzde 17, psiko-sosyal nedenler yüzde 44,7 ve failin ruh/beden sağlığı ve kişisel kullanımı yüzde 38,3’tür. Bu yüzde 38,3’lük dilimin içinde alkol yüzdesinin ne kadar olduğunu ve diğer yaş gruplarında durum nedir bilmiyoruz. Bakanın yüzde 70-75 oranına nasıl ulaştığı belli değil.

Öte yandan Bakan Yanık’ın LGBTİ+’larla ilgili “kimse bizden eşcinselliği normalleştirmemizi ve eşcinselliği kamusal alanda bir sorun değilmiş gibi kabul etmemizi beklemesin” açıklamaları açıkça ayrımcılıktır. “Eşcinsellerin yaşam hakkını korumak devletin görevidir” ifadeleriyle de çelişiyor. Bakanın misyonu LGBTİ+ olmak değil, LGBTİ+’lara yöneltilen nefreti sorun olarak görmek ve bunun için çaba göstermek.

‘BIRAKIN OLDUĞUNU UYGULASINLAR’

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ geçtiğimiz günlerde şiddetle ilgili bir genelge yayınladı. Bu genelgeyi samimi buldunuz mu?

15 Ocak’ta Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın imzasıyla ‘Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Genelge’ tüm başsavcılıklara gönderildi. Hayata geçirilmeyen bu genelgenin sayısını artık takip edemiyoruz. Uygulanmayan kanun ve genelgelerin kağıt üzerinde kaldığı dönem. Bu nedenle İŞİK olarak şu anda bu hükümetten herhangi bir anayasa, yasa veya genelge talep etmiyoruz. Olanı uygulasınlar. Onun için “yasalara dokunma, uygula” diyoruz. Dokundukları anda kırılıyorlar.

Bu genelge, Manisa’da 2 eşini öldüren ve 2 kez cezaevinden çıktıktan sonra üçüncü eşini de öldüren Celal A.’nın yeniden tutuklanmasının yol açtığı öfkeyi yatıştırmayı amaçlıyor gibi görünüyor. Bu olay gibi yüzlerce olayda gerekli cezanın verilmediği, ceza verilmesine rağmen infaz kanunu, af ve açık aflarda yapılan indirimler, yanlışlıklar hakkında tam dokunulmazlık kararı verildiği bir kez daha ortaya çıktı. bayana karşı Ancak, İstanbul Sözleşmesi’nin “Yaptırımlar ve tedbirler” başlıklı 45. maddesi, “Sözleşme uyarınca belirlenen suçların, ciddiyetleri dikkate alınarak etkin, orantılı ve caydırıcı cezalarla cezalandırılması için gerekli yasal veya diğer tedbirlerin alınması” misyonunu yüklemektedir. ”.

‘AİLE BAKANLIĞI KİŞİLERLE BİRLİKTE DENETLENMELİ’

6 yaşında evlilik adı altında istismar edilen HKG davasının ilk duruşması geçtiğimiz günlerde görüldü. Aile Bakanlığı dışındaki kadın kuruluşları, barolar ve diğer müdahale talepleri reddedilerek kapatılmasına karar verildi. Bu kararları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öncelikle HKG olayında açık ve net bir zulüm hatası ile karşı karşıya olduğumuzu değerle belirtmek isterim. Bu bir insanlık dışı ve zalimce eylemler zinciridir. Bu nedenle TCK 96. maddesinde düzenlenen takip hatası vatandaşın vatandaşa karşı suçudur. İnsanlığa karşı suçtur ve zaman aşımı yoktur. Bugün bu davayı ne kadar göstermelik bir davaya çevirirlerse çevirsinler, bu dava HKG’ye karşı işlenen tüm hataları ve suçluları kapsayacak şekilde yeniden görülecektir. Bırakın her gece yatarken bunu düşünsünler.

Yıllarca olayı bilmesine rağmen yargı sürecini yürütmeyen, sorumluların yargılanmaması ve diğer kabahatlerin işlememesi için toplumu uyarma görevini yerine getirmeyen Aile Bakanlığı’nın suça karışma talebinin kabul edilmesi. vaka, kadın örgütleri olarak 2014’teki şiddet maddesinden bu yana eleştirdiğimiz bir uygulamadır. 6284. Kadın ve çocuk örgütlerinin davalara karışmasına ilişkin bir madde eklemek istedik, talebimizi kabul etmeyerek kendilerine bu hakkı verdiler. Ancak bu tür şiddet olaylarında bakanlık görevini yerine getirmediği için faillerle yan yana durarak yargılanmalı ve önemli tazminatlara mahkum edilmelidir. Koşarak kurbanın yanında durarak, iki dilekçe yazarak tüm sorumluluklardan kurtulacaklarını ve büyük işler yaptıklarına toplumu inandıracaklarını düşünürler.

‘KADIN SADECE TEK BİR YERDE GİDİYOR, YANLIŞ!’

30 Ocak’ta Millet İttifakı’nın ortak mutabakatı yayınlandı. Bu metni nasıl buldunuz?

Muhtıra metninde kadınlar için çok değerli bahisler var. HPV aşısı gibi sağlık alanında, medyanın cinsiyetçi dilini dönüştürmek için kültür alanında, anaokulları gibi toplumsal hayatı dönüştürmek bağlamında güzel vaatler var. Detayda kaldığı düşünülen ve üzerinde durulmayan birçok konunun olması oldukça olumlu. Ancak eksikliklerden de bahsetmek gerekiyor ve bazıları kadınlar için hayati değer taşıyor.

Kadının güvenlik hakkını, şiddet içermeyen eşit ve özgür yaşam hakkını düzenleyen İstanbul Sözleşmesi’nin adının açıkça anılmaması çok önemli bir eksikliktir. Ümit Özlale’nin sözleşmeden bahsetmesine Saadet Partisi’nin tepkisi kesinlikle kabul edilemez. Saadet Partisi yöneticilerinden Oğuzhan Asiltürk’ün girişimleriyle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmada menfaati olduğunu biliyoruz. Sözleşmenin adından bile bahsetmediğini de anlayabiliriz. Ancak oburlarınızdan sözleşmenin adını anmamalarını istemeniz inanılmaz. Metin içinde adınızı yazmayacaksınız, metin dışında da bahsetmeyeceksiniz! Böyle bir ittifak kuralı olamaz.

Kaldı ki, temel haklar konusunda kritik bir anlaşma üzerinde bir ittifakın bir araya gelememesi de anlaşılır bir şey değil. Yaşam hakkı gibi en temel hakları ilgilendiren konuların siyasi partiler arasında müzakere, pazarlık veya siyasi tavizlere konu olamayacağı ve edilmemesi gerektiği ortaya çıktı. Altı Tablo’nun hiçbir metninde “eşit temsil” talebimizi görmüyoruz. Bu konuda Saadet Partisi’ne işaret edilmektedir. Bunu bilemeyiz. Ancak 6 partiden 6 kişi ortak vizyon belgesini yazmakla görevlendirilir görevlendirilmez İŞİK olarak hızla müdahale ettik. Bu erkek siyasetçilerle tek tek görüştük, parti liderleri ve yöneticileriyle de görüştük. Talebimiz çok haklı ve kolaydı: Taraflardan biri kadın, biri erkek olmak üzere ikişer üyeyi kurula verirse sorun çözülebilirdi. Kabul edemedik. Daha sonra kurulan çalışma kümelerinde kadın sayısı sembolik olarak kalmıştır. 84 maddelik anayasa değişikliği teklifi hazırlanmış, hanım sözü sadece bir yerde kullanılmış, orası da yanlış!

Sonuçta anlaşma metninin açıklandığı günün fotoğrafları çok net. Çok net ve çok üzücü, çok endişe verici. Ezici çoğunluğunun erkek olduğu bir salonda erkekler tarafından yazılmış metinleri okuyan erkekler. korkusunu derinden hissetti. 244 sayfalık muhtırada ülkenin her alanında ciddi sorunlar yaratan laiklik, Kürt ve Alevi sorunlarının analizine vurgu yapılmaması ve önemli bir nefret kampanyasının merkezinde yer alan LGBTİ+’ların yokluğu , önemli bir eksikliktir. Kadın ve Eşitlik Bakanlığı yerine kadınları aileleri ve çocukları ile birlikte ele alan, kadınları da aileye dahil eden bir bakanlığın seçilmesi; Çocukların, eşlerin ve hastaların bakımını kınayan zihniyetin izlerini taşıyan bir teklif. Kadının aile dışında yaşamasına izin vermeyen AKP zihniyetinin bir uzantısı gibi görünüyor.

Türkiye’de son 20 yılda derinleşen ve yayılan cinsiyetçi bir ideoloji iktidarda. Yeni kurulan hükümetin bu cinsiyetçi ideolojiden kopması ve cinsiyetçiliği hayatın her alanından tasfiye edecek politikalar geliştirmesi gerekiyor. Bu konuda her türlü desteği vermeye hazırız. Millet İttifakı’nın bir an önce tüm topluma Cumhuriyetin ikinci asrında kadın erkek eşit kurucular olacağı fikrini vermesini bekliyor ve temenni ediyoruz.

‘BÜTÜN ÜLKEYİ KORKUNÇ BİR KARANLIĞA SÜRECEK BİR ÖNERİ’

Nihayet; Gündemde bir anayasa değişikliği teklifi var ve bunun başörtüsü hakkını güvence altına almak için yapıldığı iddia ediliyor. Teklifteki detaylar sizce ne tür tehlikelere işaret ediyor?

Demokrasi, laiklik ve eşitlik ilkelerinin sistemli bir şekilde aşındırıldığı, yargı bağımsızlığının olmadığı, insanların dinle ilgili bahanelerle tutuklandığı, insanların siyaset yapma hakkından yoksun bırakılmaya çalışıldığı ve sırf bu nedenle seçildiği bir dünya var. “aptalca” bir kelime ve onlarca muhalif sırf fikirlerinden dolayı hapiste. Ortada yeni bir anayasa yapmaktan bahsetmek mümkün değil.

Kaldı ki laiklik ve eşitlik gibi anayasal ilkelerin yeniden anayasa ile ilga edilmeye çalışıldığı bir teklifle karşı karşıyayız. Bu sadece kadınları ve LGBTİ+’ları değil, tüm ülkeyi korkunç bir karanlığa sürükleyecek bir tekliftir. Dini bir konuyu temel haklar düzeyinde ele alır ve dini inanca göre kıyafet kurallarını anayasaya sokmaya çalışır. Tüm din ve inançların değil, bir dinin, bir mezhebin veya bir yorumun anayasada yer alması zorunludur. Bir sonraki adım, dini inanca göre çalışma saatleri, tatiller olacaktır. Dolayısıyla birkaç cümle ekleyerek veya çıkararak düzeltilebilecek bir önerme değildir.

Öte yandan, yüzü kapatan peçe ve burka gibi giysiler, önemli kimlik ve kamu güvenliği sorunları oluşturabilir. Ameliyathane ve ağır bakım gibi sağlık alanlarında bilimsel kuralların ihlaline kapı aralamakta, çocuk, yetişkin herkes için halk sağlığı risklerini içermektedir. Elbette en değerli risklerden biri, kuralları “dini inanç”a göre belirlenecek dini başörtüsünün, kadının eğitimden çalışma özgürlüğüne ve çalışma özgürlüğüne kadar tüm temel haklarını sınırlayabilecek bir noktaya evrilmesidir. seyahat. Mahsa Emini’yi hatırlamanın zamanı geldi: Mahsa Emini İran’da örtünmediği için değil, rejimin ahlak polisinin hoşlanmadığı bir şekilde örtündüğü için, saçlarının ucu göründüğü için öldürüldü.

Kaldı ki kadın giyiminde anayasal bir sorun olamaz. Anayasalar bir kıyafet yönetmeliği olarak ele alınamaz. Ayrıca, boşanmış ya da dul ve çocuklu kadınların dahi aileden sayılmaması sonucunu doğuracak şekilde daraltılmış bir aile tanımı anayasaya konulamaz. LGBTİ+’lara yönelik anayasal nefret söylemi kabul edilemez. Anayasa’nın 24’üncü ve 41’inci maddelerinde değişiklik içeren önerge, HDP’nin katılmadığı, CHP ve Uygun Parti’nin ise çekildiği Anayasa Komisyonu’ndan AKP-MHP oylarıyla kabul edildi. Önümüzdeki günlerde Genel Kurul’a gelmesi bekleniyor.

Kadınlar olarak hem iktidar hem de muhalefet milletvekillerine sesleniyoruz: Sizden bu öneriyi müzakere bile etmeden “kesinlikle hayır” demenizi ve oy kullanmamanızı bekliyoruz. Tüm milletvekillerinin yeminine uymaları; Anayasaya, herkesin insan hak ve temel hürriyetlerinden herkesin yararlanması idealine, hukukun üstünlüğüne, laikliğe ve demokrasiye bağlı kalmalarını bekliyoruz. “Tartışmasız hayır deyin, oylamaya katılmayın” diyoruz.

HÜLYA GÜLBAHAR KİMDİR?

Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. 1984-1988 yılları arasında ansiklopedik yayıncılık ve sendika basını alanında çalıştı.

Dört yılı aşkın bir süre Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Bank-Sen Sendikasında avukat olarak çalıştı. Halen İstanbul’da serbest avukat olarak çalıştı. 1978’den beri Türk kadın hareketinin aktivistlerinden biri olarak “Mor Çatı Kadın Sığınma Evi Vakfı”nın ateşli bir avukatlığını yaptı ve kolektifte yer aldı.

“Kadın Kongresi e-posta İletişim Grubu”, “Kadın Medyası İzleme Grubu (MEDİZ)” kurucu üyesi ve aynı zamanda “Kadın Eserleri Kütüphane ve Bilgi Merkezi Vakfı”, “Kadın Emeği ve Çalışmaları Derneği” genel kurul üyesi olan Gülbahar, İstihdam (KEİG)”, Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV)” birçok kadın örgütünün çalışmalarını desteklemektedir.

Bu alandaki çalışmalarını “Kadına Yönelik Şiddetten Korunma Kararı Platformu”, “Medeni Hukuk Kadın Platformu” ve “Türk Ceza Kanunu Kadın Platformu” kurucu üyeleri ve sözcülerinden biri olarak sürdüren Gülbahar, üye oldu. 2007-2010 yılları arasında “Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği”ni kurdu. (KA-DER)’in genel başkanlığını yaptı.

Gülbahar, Eşitliği Nöbetçi Kadınlar Kümesi (EŞİTİZ), Kadın Medyası İzleme Kümesi (MEDİZ), Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) gibi birçok kadın örgütünün kurucusudur.

(DUVAR)

pazaryeri-haber.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

-
Başa dön tuşu